top of page

Teşekkürler!

SARIDJE

Samimiyet, birçok etkileşimde kilit unsurdur. Eğer samimi olduğunuza insanları ikna edebilirseniz, hatalarınız tolere edilir, çoğu aksiyonunuz sorgulanmaz; güven, saygı ve sadakat hüküm sürer. En uzun soluklu ve başarılı liderlerin en büyük özelliği, takipçilerini samimiyetlerine ikna edebilmiş olmalarıdır.


Evet, samimiyet otantik bir kavramdır. Soyuttur. Zeka ve hesap meselesi değil, içgüdü ve içgörünün işidir.


Bugün, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü. Daha dengeli ve adil bir dünya için çok çaba gösterdik, bu açık. Ancak toplum olarak bu gayrette samimi miyiz?


Emin değilim. Kutlu olsun.

21.yüzyılda güçlenen küreselleşme ile birlikte, hem Pazarlama hem de diğer tüm sosyal bilimler açısından "Gelişmekte Olan ve 3. Dünya" için önemli bir şey gerçekleşti:


Görmeye başladılar.


"30 Sayfa" kitabının giriş bölümünde bu konuya biraz değinmiştim. Ancak eksik bıraktığım kısım tanımlamaydı.


"Ne demek görmeye başladılar?" Şu demek: 2000 öncesinde elinde sopasıyla avare avare çayırda dolaşan Mehmet Çoban, artık San Francisco’lu Jennifer’ın sabah kahvaltısında ne yediğini biliyor. Bu eş zamanlılık, Mehmet’e iki şey yaptı:


1-Mehmet, çayırını yadırgar oldu.

2-Mehmet, görmeyi bilmekle karıştırdı.


İkisi de bugün özellikle ABD ve AB’nin muzdarip olduğu göç dalgalarına neden oldu. Önceleri boşanmak nedir bilmeyen bu kitleler, çatır çatır yavuklularından ayrıldı. Depresyon, beraberinde şiddet ve intihar oranlarını artırdı.


Yıllar önce "Çok gezen mi bilir, çok okuyan mı?" sorusunu tartıştığım bir yazı yazmıştım. Şöyle başlıyordu:


"Çok gezen mi bilir, çok okuyan mı?"

Bir ikilem değildir. Eksiktir. Çünkü çok gezen okuyamaz diye bir kaide yoktur. Ancak mutlaka gezen sadece okuyana karşı avantajlıdır.


Mehmet neredeyse hiç okumuyor. Geziyor ama deneyimlemiyor. Kafası allak bullak.


Bu zamanı yeni tüketim biçimi bizi kökten değiştirdi. Hâlâ tam farkına varamadık, ancak artık dünyaya doğrudan bakmıyoruz. Ve gerçekte takmasak da hepimizin beyni sanal bir (VR) gözlükle perdelenmiş durumda.

Kulağa klişe gelebilir, ama iki şeyin kıymeti bilinmez: Sağlık ve özgürlük. İkisi de zamanı altüst eder, değersizleştirir.


Genellikle, ikisini de kötü tercihler ve yanlış yatırımlar sonucunda kaybederiz: Yanlış beslenme, hatalı finansal kararlar, anlık öfkeler...


Ve neredeyse hiçbir sebep sağlık ve özgürlüğü feda etmeye değecek kalibrede değildir.


Peki, bunu neden bu kadar sık yaparız? İşte bu pazarlamanın derinlemesine incelemesi gereken kritik bir karar refleksidir: Alım motivasyonu.


Homo sapiens kısa vadeli ödüllerin peşinden koşar. Bu dürtü, "Sınırlı adet!" veya "Şimdi al, sonra öde!" gibi sloganlarda kendini gösterir.


Özünde, pazarlama doğal sabırsızlığımızı kullanır ve bizi uzun vadeli sonuçlar yerine anlık ödülleri önceliklendirmeye yönlendirir, tıpkı sağlık ve özgürlük konusunda yaptığımız gibi.


Çantada keklik. Maalesef.

bottom of page